27 Haziran 2010 Pazar

yordam

bul beni
yordam sende
sen iyisini bilirsin
nereden başlanacaksa başla

denizanalarını izlemeden önce
seni sevdiğimi koy bir kutuya ,kapat üzerini
ve senin karşında aç beni
okut seni sevdiğimi

destan olmayıversin,türküsü de yapılmasın
doğru sende madem

tüm dario moreno anımsamalarım yok
şiirler yok
şarkılar yok
otobüse binmedim
tahtaya o yazıyı yazmadım
betondakinden haberim yok
tüm edinimler neyse yok

yanlışsa göğsümdeki sarkıtlar
ve buzullarım yok
yemin edebilirim
yordam sendeyse
zaman yoktu deriz
o zaman çöptü deriz
öyle kolay ki
tamam şimdi beni sevebilirsin

24 Haziran 2010 Perşembe

uygun adım yalnız

taksim'de buluştuk pia'yla.istanbul'u bilmediğimden taksimdi buluşacağımız yer.. istiklal caddesi'ne girdik,cebimde üç kuruş para,birer kahveye yeter..yanyana ilk kez yürüyoruz,ben sanki sağdan sonra solun atıldığını unutmuş gibiyim,içimden "şimdi sağ,şimdi sol,şimdi sağ,şimdi,sol.." diye sayıklıyorum..

ara sokaklardan birine girdik,güzelce bir kafe,yerleri ıslatmışlar ,güneş tepede , güzel bir çardak hazırlanmış,duvar kenarına bir yere geçtik.

bilgi akışı o kadar hızlı ki,aynı anda o anı yaşamak fena yorucu ve dikkat istiyor.sevdiğim kadınla ilk kez bir yerde oturuyoruz.
kahveler geldi,bir tane sigara yaktı,sigarayı hiç bir zaman yakıştırmamışımdır.çocuksu yüzünde dudağının kenarındaki o küçük dumanlı çubuk ,güzelliğinden alıyordu sanki duman duman.

-kilo almışsın.
-5 derste makarna ile pehlivan yetiştirme kursuna katıldım.

gülmekten öksürdü,güzel gözleri kanlanıp yaşardı,niyetim bu değildi.sadece gülümsesindi.

-bir daha o kursa gitme.
-bir dahaki yüksek lisans artık,5 derste suşiyle sumo

bu kez daha dengeli ve planlı güldü.

gülmesini seviyorum,güldürmeyi de seviyorum.gülmediği zamanlarda dudakları büzülür,o çocuk yüzüne ağır gelecek bir ciddiyet takınır..

zamanım kısıtlıydı,gaddar zaman tasarruf nedir bilmez, bir öksürük,iki kahve ,üç sigara ve bir karın ağrısı sonra bir saat geçiverdi dedi.

-gitmem lazım,zaman çok az.
- tamam.
yüreğimin namlunun ucunda birikmesini hissettim ve ateş ettim;
-seni bir daha görmek istemiyorum.

on saniye kadar sustu,bekliyor olabileceğini tahmin etmiyordum, gözleri doldu.zaman sahiden gaddardı ,o on saniye bir saatten uzun geçti.

-neden ama? dedi,gözünden bir damla sıyrılıverdi.
dünyayı tersine çevirebileceğim birşeydi o gözyaşı ama ben neden oluyordum şimdi.

-doğrusu bu,bir yazım vardı biliyor musun "türevlenebilir düşler-2 " diye..oradaki gibi olmak istemiyorum,seni çıkarmam lazım hayatımdan.

-ama ben seni seviyorum.
-kalkalım.
masadaki üç parça şeyi toparlayıp çantasına tıktı.ter içindeydim.
-kazağı neden giydin,hava çok sıcak . dedi.
-gömlek ütülü değil,buruş buruş,asker adam ütü bulamıyor ..

-doğru..

.......

deniz tren garında bir köşede iki tane çantasıyla gelmiş,sarıldık,

-ben seni bir yerden tanıyorum ,dedi..
-ben de..çantasını alıverdim.
-bildiğin bir yer var mı,yoksa çarşının içinde bir yere girip oturacağız .dedim..
-starbucks var şurada..
-hiçbir güç sokamaz beni oraya.
sosyal demokrat damarım kabarmıştı.
-karşı mısın ?
-evet,hem plastik bardakta kahve mi içilir cancağızım allah aşkına..
-tamam başka bir yer biliyorum ama yürürüz.
-benim için sorun değil,sen yorulma isterim.

moda tarafında bir çay bahçesine geldik,güzel bir manzarası ve fazlasıyla rüzgarı vardı.adisyon yerine çay tabakları kullanılıyordu.

-neden benimle görüşmek istedin?
-seni görmek için.
-peki beklentin var mı? böyle soruları beklemiyordum,sadece o'nu görmek istiyordum.yıllardır özlemiş gibiydim o'nu.herşeyi güzel geliyordu.
- yok .dedim,ırın gırın ettim.
her zamanki gibi sabırsızdı.siyaset yapamazdı..gönlümü verdiğim kızdı ama bu soruyu kim sorarsa sorsun "evet" demem.
"niyetler netleşsin,herkes birbirinin ne istediğini bilsin" düşüncesi o kırk gömleği çıkarma sürecinde çılgınca bir hareket ,acemilik,işbilmezlik olurdu.herşeyin bir zamanı var.

tren garına geri geldik,elimde sabahtan beri bir sayfasını bile okumadığım gazete vardı,taşıyordum hala.. yerleşti koltuğuna,çantalarını bıraktı.dışarı çıktık elini uzattı sıkmam için,sarıldım ona..
kalbi kırıktı biliyorum..hıyarın biriyim ben .

telefonlarıma yanıt vermedi..bir kaç gün sonra bir mesaj geldi:
"bir daha seni görmek istemiyorum."

tuna kiremitçi'yi pek iyi bir yazar olarak görmem ama bir kitabının sonunda sanıyorum şöyle diyordu:
"insan kalıveriyordu işte bir kasım akşamı sikindirik bir kaldırımda götüstü..!"
afferin lan tuna..!

9 Haziran 2010 Çarşamba

uygun adım salak..!

iddia ediyorum kadın-erkek ilişkileri evrenin hesaplanması en zor denklemidir. ilişkinin gidişatını belirleyen onca unsur var ki bunu yaşayan kişiler durumu değerlendirmeyi bırakıp çoğu zaman yaşamaya yönelir. çünkü çözümlenecek gibi değildir ve kimse bu heyecanlı,entrikalı,şehvetli,arzulu,hırslı illşkiyi bırakıp çözümleme telaşına düşmez..

bu hiç şüphesiz rasyonelliktir.

zaten irdeleme yoluna gidilirse yeryüzünde yalnız insan sayısı hiç olmadığı kadar artar,korkutmayayım ve abartmayayım ama insan neslinin sonu gelir.

bakıldığında yanyana gelinmesinde bir mantık bulamadığınız yüzlerce çift görmüşsünüzdür.sorulduğunda kadınlar ya kendilerini güldürdüklerini söylerler ya da o kişinin "farklı" olduğunu... gülünç ama sahiden bu kadar sıradan yanıtlanır.yıllar önce haşmet babaoğlu'nun bir yazısında bu "farklı" lık üzerinde durulmuştu. yazının başlığı da "sizi seviyorum ,çünkü farklısınız..!" haşmet babaoğlu'na göre açıklama farklılıktan geçiyor. ben içeride bir yerlerde genetik bazı güdülerin de etkili olduğunu düşünüyorum.

kadınlarda erkeklerde olduğundan daha baskın olarak "neslin devamını garantiye alma" güdüsü var. bu çok etkili.. maddi gücü yerinde olan çirkin adamların bu kadar çok iş yapmasının altında azıcık da olsa bu güdünün parmağı var.

ama bu kadar "artist artist" konuştuğuma bakmayın.. "ne olursan ol senin peşinden gelirim ben." diyen şahane kadınları, " bu hatun da benden iyisini mi bulacak?" diye düşündüğü zamanda senin yüzüne bakmayan kadınları da anlamış değilim.( her iki kadına da aynı düzeyde kur yapıldığı bilindiğine göre ) iki kadın karşılaştırıldığında "sana göre-bana göre" değil ,tartışmasız peşimden gelen hatun diğerine beş basar..

ben neden o suratsız kadının gönlünü istiyorum o da ayrı bir mevzu.. "doyumsuzluk" olabilir mi? yoksa bende de mi güdü var? eyvah eyvah..!

ilişkilerde hafif de olsa bir "işe alım" ciddiyeti vardır. ücret beklentisi,kariyer olanakları,işe ulaşım,karakteristik özellikler( motivasyon,itici güç,sonuç odaklılık,kendini geliştirebilmek ,misyon vizyon ' a uygunluk...) gülümsediğinizi görür gibiyim..şaka gibi ama böyle ,üzgünüm.. buradan 600 km mesafedeki birisiyle ,gün içinde ulaşabileceğin birisiyle arasındaki seçimin (iki kişinin diğer değerleri birbirine yakın olduğu bilindiğine göre ) yakın olandan yana olur.

haydi biraz kadınsı yorum getirelim bu duruma. kadınlar erkeğinin nefesini enselerinde hissetmek isterler. "kendimi kötü hissediyorum canım." dediğinde pencere altında elinde bir buket çiçekle,seramoni yapabilmedir er kişi.. kadınların zaten konuşmalarında kullandıkları kelimeler birer "kısayol"dur arkadaşlar. her kelimenin birer izdüşümü vardır. çoğu zaman kadının söyledikleri değil verdiği mesaj önemlidir. ahmet altan "üşüyorum diyen kadına sarılmalısınız, salak gibi içeri gidip battaniye almayın." der. bu yeraltı iletişiminde 24 saat hazır olamayanlar şöyle ayrılsın,o arkadaşları ayrı değerlendireceğiz.

kadınlar bizim bu mesajları anlamadığımızı düşünür. hiç öyle sanmayın, "salağa yatma " gibi muhteşem bir kamuflaj yöntemi vardır ki kadınların o radyasyon yayan nükleer romantizm hevesinden korunmanın başka yolu yoktur.
kadınlar bıktırılana kadar romantizm ister. bıkınca da o adamı sepetler. e arkadaşım bir paket çikolata olarak görülmek çok can sıkıcı ama..

salak vaziyeti al, kafa kuma, uygun adım salağa yat..!

5 Haziran 2010 Cumartesi

aşk güzel şey,sahiden..

İlk elele dolaşma sırasında belki adımları bile şaşırıp,yürüyemeyebilirsiniz bile.Hanımlar sadece kendi karınlarının ağrıdığını sanar,öyle sansınlar.. “Sikerim işini..!” deyip ertesi gün başka bir şehre gidip Ortaçgil’in “Zamana Sıkışmış” şarkısında söylediği gibi “en güzel an budur..” u hissedersiniz.Cepte para yok ve daha da parasız sürüneceğinizi bilirsiniz,yaparsınız bunları,bizbizeyiz ,kandırmayalım birbirimizi.. Kariyer yaparken müdürünüz,”gitmemek için mi yapıyorsun bunu?” diye sorar,terfi ettiğinde başka şehre gideceğin kesinken.. Haklıysa haklıdır,benim sarılmakta haklı olduğum gibi..
Güzel şey işte.Oldu mu tadı başka oluyor değil mi?Ah ulan ah,nasıl da bilirsiniz yaşamasını..

Siz yok mu siz..

Sinemalar,konserler,kafeler,alışveriş merkezleri,onlarca karın ağrısı,ölürcesine kalp çarpıntısı, utanma, parasızlık,hastalık,çikolata,şarap,mehtap,yağmur,rüzgar,capcanlı birbirine dokunan dil tadı, uykusuzluk,saatlerce telefon radyasyonu,bir adet 311 nolu otobüste erkekçe ağlama sonra yapılan o yüz gider bir anda..sadece oksijen..Al ver,al ver,al ver…

Daha önce de değinmiştim,fi tarihinde ; “yüksek duvarları olan küçük bir kır evi”,hah işte o Yüksek duvarları olan küçük bir kır evine benzetileli epey olmuştur,yüzünüzden “yüzünüz” gideli ve “meymenetsiz “ olalı.. başka bir şehir,başka bir iş,başka meşguliyetler. Giden yüzün yerine yenisi gelmemiş,ömrü kısaltacak türlü oksijen sarfiyatı yöntemleri içinde en kısa ve etkili yöntem benimsenmiştir.

Ama aşk güzel şey,sahiden.Hortlağa da benzer..Şimdiden söyleyeyim,bitmişse bitmiştir. Sonradan alevlenmez bu meret,kim diyorsa halt etmiş,siz sevişmeyi özlemişsinizdir derim ben. Dikkat ederseniz demedim. Bu ,yer,yerin sıfatı ve işleteni ile ilgilidir. Yeri ne kadar büyük yaparsan hortlak o kadar güçlü,sıfatı ne kadar ilahlaştırırsan hortlak o kadar korkunç ve tanrısal,işleteni ne kadar güzelse hortlak o kadar hızlı akla düşer,bir milyon ışık hızıyla gözünü açana kadar hortlamıştır bile. Aranan o “yüz ,gözler,ateşten dil ve dudağında yabancı bir tükürük.” Bakın bunları ararken bir hortlaktan medet umarsanız sizi ele geçirir.

Ezginin günlüğü’nü çok severim ben,bir şarkısı var; “aşk hiç biter mi?” diye,hah.. işte o şarkıda geçer Kalır adımızla
Bir sokak duvarında
Bir ağaç kabuğunda
Bir takvim kenarında
Kalır bir çiçekte
Bir defter arasında
Bir tırnak yarasında
Bir dolmuş sırasında
Kalır bir odada
Bir yastık oyasında
Bir mum ışığında
Bir yer yatağında
Aşk hiç biter mi …. Olay sahiden böyle..Kalıyor bir yerlerde bekliyor ve hortluyor.
Bakın anlatayım :
Ben cep telefonumun kamerasını hiç kullanmadım ,dandik bir kamerası var zaten.kaç yıl olmuş alalı.Bugün nereden estiyse onu kurcaladım.Videolarımda bir baktım kayıtlar var. Oynattım videonun birini,sadece onüç saniye,sadece… O “gözlerimi,yüzümü” gördüm,nasıl da dolu içi dışı. Maşuk işte almış eline,kurcalamış,bana da sormuş,ben de “video çekiyorsun,evet.!” demişim. Bir anda bir hortlak..Ama bu hortlak o “yüzü” arıyor.Yok be oğlum artık surat bu .
Gözlerin birine öyle öyle ve öyle bakması..”Nasıl?” demeyin ulan işte,hepiniz yediniz bu boku , biliyorsunuz.İnsan belki eskiden aşık olduğu,taptığı,o’na o “yüzü” vereni dönüp bir daha sevmez ama o sevme anları,o baygınlık ve hipnotize anları acayip özlüyor ve arıyor..

Onüç saniyede hortlayıverir yüzünüz,kendinize mukayyet olun..